Sürgünün resmiyet kazanmış, kâğıt üzerindeki gerekçesi tam bir uydurmaydı. Gerçek amaç, çok daha acımasız ve karaydı.
1. Karadeniz'i Türksüzleştirme Takıntısı
Konunun özüne indiğimizde şunu net olarak görüyoruz ki, Stalin'in asıl derdi, Türkiye sınırına adeta bir mıh gibi çakılmış olan Ahıska bölgesindeki Türk ve Müslüman varlığını yok etmekti.
Ahıska, stratejik olarak çok önemliydi çünkü ikinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Sovyetler ile Türkiye arasında olası bir gerginlikte veya savaşta, ki Rusya'nın toprak talepleri vardı, buradaki Türk nüfusun, anavatanları olan Türkiye'ye yakınlık duymasından korkuluyordu.
Yani, sürgün emri, sırf olabilecek bir tehdit algısı yüzünden verilmişti.
Rusya, kendi toprağında kalbi Türkiye için atan bir topluluk istemiyordu. Bu, sadece Ahıskalılara özgü bir ceza değildi. Aynı dönemde Kırım Tatarlarına yapılanla aynı amaca hizmet ediyordu.
Açıkçası Karadeniz çevresini Türklükten temizlemek istiyordu.

2. Ahıska Türklerinin Boyun Eğmemesi Bir Cezaydı
Ahıska Türklerinin kendi yorumları, bu olayın bir cezalandırma yönü olduğunu da vurgular. Yıllar süren Rus ve Sovyet baskılarına rağmen bu insanlar, dillerini, dinlerini ve Türklük kimliklerini korumayı başarmışlardı.
Soyadları zorla değiştirilmiş olsa bile, kültürel belleklerini ayakta tuttular.
Stalin'in sistemi için, asimile edilemeyen, boyun eğmeyen asi bir topluluk en büyük tehlikeydi.
Bu inatçı kimlik, Moskova için potansiyel bir ihanet tohumuydu ve temizlenmesi gerekiyordu.
Düşünsenize, bir yanda 40 binin üzerindeki Ahıskalı erkek cephede Almanlara karşı savaşıyorken diğer yanda ise geride kalan aileleri bir ihanet potansiyeliyle suçlanıyordu.
Ne kadar büyük bir ironi!
3. Kâğıt Üzerindeki Sahte Gerekçe
Sovyetler, bu büyük insanlık suçunu örtbas etmek için, Ahıska Türklerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle iş birliği yapabileceği gibi mantıksız bir iddiayı resmi gerekçe olarak sundu.
Nihayetinde, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra açığa çıkan belgeler bu iddianın tamamen uydurma olduğunu kanıtladı.
Bu büyük sürgün, Sovyet zorunlu yerleşim programının bir parçasıydı. Tıpkı diğer etnik gruplara yapıldığı gibi, o anki siyasi hedeflere ulaşmak için uygulanan soğuk, bürokratik bir etnik temizlik operasyonuydu.
Kara Kış Gecesinde Sürgün
Sovyetler Birliği İçişleri Halk Komiserliği'nin (NKVD) şefi Lavrenti Beriya'nın emriyle 14 Kasım 1944'te başlayan operasyonda, yaklaşık 95 bine yakın insan, hazırlık yapabilmeleri için sadece iki saat verilerek evlerinden koparıldı.
Aileler, yanlarına alabildikleri bir iki parça eşyayla, ‘ölüm katarı’ denilen sığır vagonlarına adeta istiflendiler.
Haftalarca süren o korkunç yolculukta binlerce masum can, açlık ve soğuktan acı bir şekilde hayata gözlerini yumdu.
Bu sürgün, yalnızca yerinden edilme değil, aynı zamanda o coğrafyanın Türk kimliğine atılmış derin ve onarılmaz bir darbeydi.
En acısı da, Stalin sonrası dönemde sürgün edilen pek çok halk yurtlarına dönebilirken, Ahıska Türklerinin vatanlarına dönme hakkı yıllarca ellerinden alındı.
Bugün bile, bu topluluk vatansızlık acısını yaşamaya devam ediyor.





