"Asra yemin olsun ki...” Âlemlerin ve zamanın sahibi Rabbimizin, Asr’a yemin etmesi; zaman kavramının insanoğlu için ne denli kıymetli olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Zaman, yalnızca akıp giden anlardan ibaret değildir; insanın kendini, hayatını ve Rabbini bulduğu en değerli sermayesidir. Ne var ki bu kıymetli sermaye, özellikle günümüz gençlerinin ellerinde hızla tükeniyor.
Teknolojinin, bilgi akışının ve gelecek kaygısının gölgesinde zamanın nasıl geçtiğini fark edemeyen gençler için mesele sadece saatlerin ilerleyişi değil; ruhlarının da bu hızın içinde nerede kaldığıdır.
Zaman Algısının Değişen Yüzü
Zaman algısı, insan hayatının en önemli unsurlarından biri. Ancak bu algı, özellikle son yıllarda hızla değişiyor. Teknolojinin yükselişi, anlık bilgi akışı ve geleceğe dair belirsizlikler; gençlerin zamanı algılayışını derinden etkiliyor. Bu değişimin farkına varmak ve anlamlandırmak, onların ruhsal, zihinsel ve toplumsal sağlığı açısından büyük önem taşıyor.
Dijitalleşme, insan yaşamının her alanına nüfuz etti. Akıllı telefonlar, sosyal medya platformları ve bitmeyen bildirimler, zamanı parçalara ayırıyor. Gençler için gün, ekrandan ekrana, bildirimden bildirime akan bir veri akışına dönüştü. Bu durum, hem içsel huzursuzluğu hem de dış dünyaya yabancılaşmayı beraberinde getirdi.
"Anı yaşama" fikri her ne kadar cazip gelse de, çoğu zaman derinlikten yoksun, yüzeysel ve hız kültürüne teslim olmuş bir pratiğe dönüşüyor.
Ruhsal Yorgunluk ve Gelecek Kaygısı
Zaman algısını bozan bir diğer unsur ise gelecek kaygısı. Ekonomik belirsizlikler, işsizlik, toplumsal baskılar ve dijital rekabet ortamı; gençlerin zihninde sürekli bir “yetişme” ve “başarma” baskısı yaratıyor. Bu kaygılar, zamanı bir yarış pistine çeviriyor.
Erich Fromm’un dediği gibi, "İnsanı varoluşsal boşluktan kurtaran iki temel değer vardır: sevmek ve üretmek.”
Ne var ki modern çağda üretim yalnızca ekonomik başarı ölçüsüne indirgenirken, sevgi de hızlı ve yüzeysel ilişkilere sıkışıyor.
Kemal Sayar’ın söylediği gibi:
“Yavaşla! Kendini hisset.” Zamanın sırrı burada gizli. Koşturmanın içinde kaybolmak yerine, durup ruhu dinlemek, anı ve zamanı derinlemesine hissetmek gerekiyor.
Doğa ile Zamanı Yeniden Anlamak
Bu noktada, doğayla kurulan ilişki, güçlü ve sağaltıcı bir alternatif sunuyor. "Kızılderili rehberlerin yabancılarla yürüyüş yaparken aniden durup çok hızlı gittik, bedenlerimiz burada ancak ruhlarımız gerilerde bir yerlerde kaldı onları bekliyoruz.” demesi, hızın insan ruhu üzerindeki etkisini çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Doğanın ritmi, insanın kendi ritmiyle en uyumlu akışa sahip. Toprak, su, ağaçlar ve mevsimler; zamanı yeniden anlamlandırma fırsatı sunuyor. Hızla tüketilen günlerin, doğada geçirilen sakin anlara dönüşmesi, kaybolan zaman algısını onarmanın en kadim yolu olabilir.
Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” makalesinde belirttiği gibi, saatler artık bizim için başka bir âlemin vakitlerini gösteriyor. Gecenin gündüz, gündüzün gece gibi algılandığı bu çağda, zaman yalnızca dış dünyada değil, bireyin iç dünyasında da kaybolmuş durumda.
Gençlerin zaman algısındaki bu kırılma, sadece teknolojik hızın ve bilgi bombardımanının değil, aynı zamanda içsel dünyaya yabancılaşmanın da bir sonucudur. Çözüm, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde farkındalık yaratmakta saklı.
Zamanı Yeniden Hissetmek İçin
Teknolojiyi bilinçli kullanmak
Gelecek kaygısını sağlıklı biçimde yönetmek
Anlamlı ve derinlikli ilişkiler kurmak
Doğayla daha fazla vakit geçirmek
Ve en önemlisi, yavaşlamayı öğrenmek
Bu adımlar, gençlerin zamanı yeniden hissetmelerine ve ruhsal sağlıklarını korumalarına katkı sağlayacaktır.
Modern çağın karmaşasında ruhlarımızı geride bırakmadan, zamanı hissedebilmenin yollarını aramalıyız.
Çünkü asıl kayıp, zamandan çok; o zamanın içinde kim olduğumuzu unutmamızdır.
Hoşça bakın muhterem zatınıza,