Modern çağda bedenler doyarken ruhlar aç kalıyor. Peki hakiki doyum nerededir?

“Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf 31)

Tasavvuf büyüklerimizden Necmeddin-i Kübra Hazretleri şöyle açıklamıştır:

“Bu yolun yolcusu günde bir defa yemek yer. Normal kimseler ise Meryem 62’de geçtiği gibi ‘Onların sabah akşam rızıkları vardır’, günde iki defa yer. Günde üç defa yemek ise israf sınırları içerisine girer.”

Kur’an’ın bu uyarısı yalnızca yeme içmenin sınırını çizmez; insanın hayatla kurduğu ilişkinin de ölçüsünü belirler.

Fazla yemek bedeni yorar, ölçüsüzlük ise ruhu köreltir.

İnsan, ruhunu doyurmadan bedenini beslerse, susuz kalmış toprağa yağmur yerine içinde filizlenecek fidanı kurutan bir zehir dökmüş olur.

Tarihî ve Tıbbî Perspektif

Tarih boyunca peygamberler, bilge hekimler ve filozoflar ölçülü beslenmenin hikmetine dikkat çekmişlerdir.

Hipokrat: “Yedikleriniz ilacınız, ilacınız yedikleriniz olsun.”

Paracelsus: “Her şey zehirdir, mühim olan dozudur.”

Bu sözler, sadece tıp için değil, hayatın tüm alanı için de geçerlidir. Mideyi ve ruhu tıka basa doldurduğumuzda denge bozulur.

Modern tıp da bugün “aralıklı oruç”, “detoks” ve “denge” kavramlarını öne çıkarırken aslında kadim öğretilerle aynı yolda buluşmaktadır.

İmam Gazâlî Hazretleri, “Çocuklarınızı açlıkla terbiye ediniz.” buyurarak ölçünün yalnızca yetişkinler için değil, çocukluktan itibaren kazandırılması gereken bir erdem olduğunu hatırlatır.

Açlık, sabrın ve farkındalığın terbiyesidir; doyumsuzluk ise hem mideyi hem ruhu tembelleştirir.

Peygamberimizin Hikmeti

Bir rivayete göre, Peygamber Efendimizin yanına bir hekim gönderilmiştir:

“Ya Muhammed! Bu şehrin halkı nasıl oluyor da hasta olmuyor?”

Efendimiz tebessümle cevap verir:

“Biz hastalanmayan bir kavimiz, çünkü acıkmadan yemeyiz, sofradan doymadan kalkarız.”

Bu söz, sağlığın anahtarını asırlardan beri özetler.

Tasavvufî Bakış

İnsanın bedeni bir bina-i ilahîdir; yani Rabb’in insana emanetidir.

Mevlânâ:

“Yediğin şeyler karakterini belirler. İhtiyacın dışında yediğin zaman öfke, kıskançlık, haset, tatminsizlik, doyumsuzluk, can sıkıntısı, geçimsizlik ve ruhsal çekişmeler olarak geri döner. Az yemek bizlere şifa iken, ihtiyacın dışında yemek bedene, ruha ve karaktere negatif yansır.

Ayrıca: “Az yemek ilaçların şahıdır, çok yemek bütün hastalıkların başıdır.”

Şems-i Tebrizî ise:

“Az yeme ile tedavi.” öğüdüyle nefsi terbiye yoluna işaret eder.

Ölçü: Teberrükten Gelen Şifa

Az yeme bilinci aslında bir ölçü terbiyesidir. Bu noktada kadim kültürümüzdeki teberrük kavramı, yemeğe ve paylaşmaya anlam katan bir inceliktir.

Zamanla fark ettim ki ölçü, yalnızca yeme içmede değil; yaşamın her alanında insanın mihenk taşıdır.

Benim de anahtar kelimemdir: ölçü.

Kadim kültürümüzde “teberrük”, bereket ve saadet vesilesi anlamına gelir. Ben bu kelimeyi hep “şifa niyetine” olarak algılarım; bana göre bu da örtüşen, tamamlayıcı bir anlam taşır.

Artık biri bir şey ikram ettiğinde, zamanlı zamansız ya da tok karna içimden gülümseyerek diyorum ki:

“Benim midem çöp değil, çöplük hiç değil.”

Bunu kibirle değil, kendime duyduğum saygıyla söylüyorum. Çünkü midem de, zihnim de, ruhum da bana emanettir.

Bazen bir lokma, bir yudum ya da bir tadımlık paylaşmak bile hem gönlü hem bedeni doyurur.
Eskiler sofrada bir lokmayı teberrük bilip “göz hakkı” der, tadına bakmayı yeterli görürmüş.
Ben de o anlayışı içselleştirdim. Tadına bakmak bana yeter; çünkü nimetin bereketi çokta değil, ölçüde saklıdır.

Tadında bırakmak, hem nimete hem bedene hürmettir. Bir lokmayı bile “şifa niyetine” yediğimde içim huzur bulur.

Ruhun da, bedenin de gıdası budur: ölçü ve farkındalık.

Teberrük kelimesini çok sever ve sık kullanırım; içinde hem bereketin, hem şifanın hem de paylaşmanın sıcaklığını hissederim.

Modern Perspektif: Beyin ve Zihin

40 yıllık psikiyatrist Daniel Amen, zihinsel sağlığın yediklerimizle doğrudan ilişkili olduğunu vurgular:

“Asla her an her istediğimi yemem. Anlık hazlara yenilip her canımın istediğini tüketirsem, bu sadece bedenime değil, zihnime de zarar verir. Şeker, işlenmiş gıdalar ve sağlıksız yağlar; iltihaplanmayı artırır, odaklanmayı düşürür, ruh halini bozar. Ben yemeği sadece karın doyurmak için değil, beynimi beslemek için seçerim. Zihin sağlığı disiplin ister ve bu disiplin tabağımızda başlar.”

Ruhsal Boyut

Ruhumuza sahip çıkmanın ilk şartı az yemektir.

“Sen Cenabı Haktan ilahi aşk iste, ruhunu besleyecek gıda iste.

Ekmek isteme. Ekmek bu bedenimizin gıdasıdır, hayvani ruhumuzu, nefsimizi besler.
İlahi aşk ise can rızkıdır, ruhumuzu besler.” (Mevlâna Celâleddîn Rûmî)

İnsanın iştahı yalnızca mideye ait değildir; gönül de bazen doymak bilmez.

Modern yaşam, bireyleri sürekli tüketmeye ve dışsal tatmin arayışına yönlendirir. Bu da insanı hem ruhen hem bedenen yorar.

“Senin duygu ve düşüncelerin yediğin lokmadan meydana gelir.”

Helal lokma, sadece kazancın temizliği değil, ölçünün de korunmasıdır.
Azla yetinmek, ruhun en saf gıdasıdır.

Ruhun gıdası ekmek değil; ilahi aşktır, samimiyettir, güzel sözdür, bir tebessüm, bir gönül sohbetidir.

Mevlânâ:

“Sen bu dünyaya mezarda kurtlara yem olacak bu bedenini beslemek için gelmedin.”

Üç Hikmetli Anahtar

Kılletü Taam, Kılletü Menam, Kılletü Kelam — az yemek, az uyumak, az konuşmak.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“Az yiyerek maddi ve manevi hastalıklarınızı tedavi ediniz. Az yiyiniz, sıhhat bulunuz.”

Hz. İsa:

“Karnınız aç olsun ki kalbinizde Rabbinizi göresiniz.”

Hz. Davud, güzel sesini açlıkta bulmuştur;

Hz. Musa:

“Karnı toprakla dolu olanın Hakk ile yakınlığı olamaz.”

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de Marifetnâme’sinde şöyle der:

“Çeşitli vehimlerin, kuruntu ve vesveselerin hatta mahlûkatın azgın nefislerinin yakıcı ateşini ancak açlık söndürür. Nefsi aç olanın vesveseleri gider. Deli bile aç kalırsa akıllanır.”

Az Yemeyi Nasıl Başarabiliriz?

Çok yemenin zararlarını düşünmek

Hazırlanmış yemeklerden en önce en sevdiğini yemek

Tek çeşit, hafif yağlı bir yemekle yetinmek

Çok yiyen kişilerle birlikte yemek yememek

Her gün yemeği az az azaltmak

Az yemek, ruhun latifleşmesini ve idrak kapılarının açılmasını sağlar.

Bedenin doyması geçicidir; ruhun doyması ise ebedî huzurdur.

O hâlde niyet edelim: Ruhumuzu doyurmaya.

Hoşça bakın muhterem zatınıza.