Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinden Prof.Dr. Halis Aydemir’i dinlemek pek hoşuma gider.

Arapçayı iyi bilir. İTÜ’den elektrik mühendisi olarak mezun olup yüksek lisans için İlâhiyat alanına geçiş yapar ve bu alanda doktorasını verdikten sonra doçentlik ve sonrasında da profesörlük ünvanı alır.

İncelikleriyle Arapça dilbilgisi, teknik alanlardaki vukûfiyeti ona Kur’an’ın bazı ayetlerinin tefsirinde mümeyyiz bir âlim vasfı kazandırıyor. Bir de akademisyenlikten gelen, hakikati incitmeden, dengeli, mutedil ve ikna edici bir anlatımla, genç dimağların rûhuna dokunan etkili bir üslûpla ifade edebilme kabiliyeti bir araya gelince Kur’an’ın mânâlarına muhatap olmaya doyulmuyor. Keşke Risale-i Nur’dan beslense de, o eşsiz tadı ve lezzeti sohbetlerine de katabilse. İnşaallah diyelim.

Halis Hoca Kur’an’da isminden ve kıssalarından en çok bahsedilen Hazreti Musa’nın bir kısmı Taha bir kısmı da A’raf sûrelerinde beyan edilen bir kıssasını özetle şöyle anlatır: Allah’ın Hazreti Musa’ya bir buluşma yeri ve zamanı olarak Tur Dağı'nda bir “Mikat” tayin ettiğini, kavminden yetmiş kişi seçip bu mikat yerine de getirmesini emretti (A’raf/155). Fakat Hazreti Musa seçtiği bu kişilere gidilecek yeri bildirdikten sonra onlardan önce gidiyor. Musa belirlenen vakitten önce mikat yerinde dururken Cenâb-ı Allah’ın “Ey Musa, kavmini geride bırakıp seni önceden buraya getiren nedir?” (Taha/83) diye sordu.

Allam’ul Ğuyub olan Allah-u Te’ala, elbette bu erken gelişin sebebini bildiği hususu biz mü’minlere Hazreti Musa’nın beyanıyla, İlâhî davete adeta can atarcasına nasıl bir aşk, şevk ve heyecanla gittiğini, “Kavmimden seçtiklerim peşimden geliyorlar. Ama Rabbim, ben sana erken geldim …” (Taha/84) diyerek söyletiyor. Seçilen kişilerin sonradan geleceğini Allah biliyordu elbette. Fakat Hazreti Musa’nın acele edip erken gelişinin sebebini de “… Razı olasın diye.” (Taha/84) de Hazreti Musa’nın cevabıyla bize bildiriyor.

Hazreti Musa (as) Cenāb-ı Allah ile Mikat yerinde mükâleme etti (konuştu) ve kendisine “Kelimullah” ünvanını verildi. Bu büyük mazhariyete eren Hazreti Musa (as), Kur’an’ın beyanıyla ayrıca ulu’l-azm, yani, en büyük beş peygamberden biridir. Hazreti Musa’nın (as) Rabbini razı etmek için acele ettiği bu buluşma Hazreti Musa'nın Mi'racı sayılır.

Cenāb-ı Allah, seçilmişlerin en seçkini olan Hazreti Muhammed Mustafa'yı (sav) Mi'rac Gecesi Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya, oradan semânın bütün tabakalarına çıkarıp "en büyük âyetlerinden" pek çoğunu gösterdi (İsra/1). Bu gösterilen en büyük ayetler nelerdi acaba sorusu akla geliyor? Cevap Sözler isimli Şaheserin 31. Söz olan Mi’rac-ı Nebeviye bahsinde belâğat ve ilm-i kelâm kaidelerine göre iki tarzla beyan edilebilir:

Birinci tarz-ı beyana göre “Şüphesiz o her şeyi işiten ve görendir.” (İsra/1) âyetindeki zamir Hazreti Peygamber ise, “Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir urûc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kâb-ı Kavseyn’e kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acâib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî, hem mahşer-i acâip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.”

Yani, Allah bu seyahatte Peygamber Efendimizi yükselttiği ve başka hiç kimseye nasip olmayan o seyahatteki yüce makamlarda kâinatın tamamında tecelli eden, göklerin ve yerin hazineleri olan esma ve sıfatlarının sırlarını vermiş, azamet ve kibriyasının tezahürlerini göstermiş, bu acâipliklerin sergilerini hem işittirmiş hem göstermiştir.

Diğer bir tarz-ı beyana göre, âyetteki “O” zamiri Cenâb-ı Hak’ka râci ise, o halde Allah, “Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksâ’ya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kâb-ı Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.” diye izah edilmiştir.

Bu izaha göre ise, yukarıdaki izaha ilâveten, dinlerinin hakikatine varis kılınan Peygamberimiz bütün peygamberlerle görüştürüldükten sonra bugüne kadar sırrı anlaşılamamış ve mahiyeti bilinmemiş olan Sidret-ül Münteha’ya, Cebrail ‘as) ın yaklaşamadığı Kâb-ı Kavseyn’de, hatta daha da yakında(!) Cenâb-ı Hak ile mükâleme edip, mülk ve melekût (görülen ve görülmeyen) âlemlerde gezdirilip kendisine Allah’ın esma ve sıfatlarının sırları açılmış ve mevcudat âyinelerindeki tezahürleri gösterilmiştir.

Cenâb-ı Hak, Mi’raç Gecesi Resûlünü Sidret'ul Münteha'da hatta daha da yakına, “Kâb-ı Kavseyn” diye tabir edilen, cemâliyle ve kelâmıyla müşerref kılıp onu Âsuman'ın en aziz misafiri olarak ağırladı.

Hazreti Musa'nın (as) Mikat'ı onun Mi'racıydı; yeryüzündeki Tur Dağı'ndaydı. Zat-ı Akdes’i görmek isteyince “adeta “Bu kadarla yetin, fazlasına güç yetiremezsin. “denilmişti. Hz. Peygamber Efendimizin (sav) Mi'racı ise, İsra Gecesi semanın en son hududunda ve zamanlar ötesinde gerçekleşti. Hazreti Musa’nın Mikat’ı ile Hazreti Muhammed Mustafa’nın Mi'rac’ı arasındaki fark yer ile gök arasındaki kadardır. Buna rağmen Hz. Musa Mikat yerine, varmaya can atar gibi acele ederek gitmişti.

Büyük ve hakiki Mi’rac’ın gerçekleştiği o mübarek gece, Sultan-ı Rüsûl Hz. Peygamber Efendimize (sav) Mi'rac, ümmetlerin en hayırlısına, Muhammed’in ümmeti mü'minlere de namaz hediye edildi.

Nasıl ki Mi’rac Gecesi Zat-ı Risalet Efendimize bütün enbiyaya imamet yaptırıldı, semaya yükseltilip bütün tabakalarında gezdirildi, meleklerin önüne geçirildi, iman etmekle emrolunduğumuz bütün hakikatler gösterildi, mülk ve melekût âlemlerinin sırları açıldı, Allah’ın esma ve sıfatlarının tecellileri, izzet, azamet ve kibriyasının bütün kâinatı kuşattığı gösterildi vs.

Evet, o namaz ki, hadis-i şerifin beyanıyla “Mü’minin Mi’racıdır.” Mi’rac hükmünde olan her bir mü’min kendisi için Mi’rac hükmünde olan namaz ve niyazını Hazreti Peygamber Efendimize gösterilenlere şahit olmuş, işittirilenleri de duymuşcasına, ikame edilmesi istenen “Her bir namaz vaktini, (mülk ve melekût âlemlerinde cereyan eden) mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.” (Sözler, 9.Söz) diye tasavvur ederek, Musa gibi, Rabbinin huzuruna çıkmanın acelesi, telâşı, sevinci ve neşvesini duymalıdır.

Biz mü’minler ve müslümanlar Mi'rac'ın mânâsını, hakikatini ve değerini taşıyan, en mukaddes dâvet olan ezanlarla çağrılmayı ve İlâhî huzûra kabul edilmeyi temsil eden, Hazreti Peygamber Efendimizin "Gözümün Nûru" diye tarif ettiği Namazı kılmak için Hazreti Musa (as) gibi Mikat yerine gitmek için aceleyle heyecan duyup, Resul-i Ekrem gibi ikame etmeye can atıyor muyuz? İşte o heyecanı duyanın acele etmeden edeple ve haşyetle kıldığı namaz Mi’raçtır.

Kulağımız daima ezanda olsun; gönlümüz ve kalbimiz dâima namazla atsın. Rûhumuz her bir namazla Mi'racına bir derece daha yükselsin, duâsıyla...

Kaynak: (https://www.risalehaber.com/mehmet-asif-isik-mikattan-miraca-28119yy.htm)