Yazının başlığı kimseyi ürkütmesin; bu millet, yazı başlığının zihinlere çağrıştırdığı korkunç hatıraları 1930’lu ve 40’lı yıllarda yaşadı.
Gerçi kiliselerde olduğu gibi camilere de sıralar konulması vaktiyle Mecliste konuşulmuştu. Ezan 1932 ila 1950 yılları arasında Türkçe okutulmuş, bir aralar da İstanbul’un birkaç camisinde namazların Türkçe (!) kıldırılmasının denemeleri yapılmış, fakat cemaat öylesi namaza itibar etmeyince o uygulamadan vazgeçilmişti.
O günler zor günler olmuştu. O gün yapılmak istenenler, perde gerisindeki görüşmeler ve sinsiliklerle dolu pazarlıklar vaktiyle Büyük Doğu Mecmuasında yayınlandıktan sonra Emirdağ Lahikası-II’ye alınmış “Lozan’ın İç Yüzü” başlıklı makalede ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. İlâhi takdir o meş’um planların çoğunu tersyüz ederek hayata geçmesine müsaade etmedi. Milletimiz de ilk fırsatta dinine, imanına, mukaddesatına ve mabetlerine sahip çıktı. Evet, o yıllar adeta bir fetret dönemi yaşandı. O ara dönemde yönetici elitlerin milletin elinden ve gönlünden nelerin alınacağını gördü. Bugünün şartlarına kavuşmak için ne türlü çilelerin çekildiğini, ne ağır ve pahalı bedellerin ödendiğini, ne büyük mücadelelerin verildiğini yaşayanların bir kısmı halen hayattadır. Tarihi bilenlerin de konuya ilgi duyanların da hiç unutmamak üzere hatırındadır.
Tarih bize her zor dönemin ardından gelen rahat zamanlarında insanların, rahatlığa meylimiz bakımından, karşı koymanın zordan da zor olan “rehavet”le sınandıkları dersini verir. Zor şartlara direnenler kazandıklarını kolayca harcayamaz. Bedel ödemeyenler ise, adeta hazıra konmuşlar; kazanmanın zorluğunu, mahrumiyeti ve mağduriyeti yaşamadıkları için de zoru ve zorluğu anlayamıyor.
Bu müslüman millet o karanlık yıllara geri dönmemek için mânevi değerlerine sıkı sıkıya sarıldı. Kıt imkanlarıyla yitirdiklerini telafi etmeye, elinden alınanları yerine koymaya çalıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre 2025 yılı itibariyle ülkemizdeki cami sayısı 89.817, bu camilerdeki görevli sayısı ise 110.000 civarındadır. İslâmiyet'in şiarı olan ve medeniyetimizde “Allah’ın evleri” diye gördüğümüz cami ve mescidlerin gönüllerimizde ayrı bir yeri vardır ve hamdolsun, bütün namaz vakitlerinde de açıktır. Ancak…
Evet, maalesef ancak diyoruz. Camilerin sayısına hemen her il ve ilçede bulunan imam-hatip orta okul ve liseleri ile pek çok üniversite bünyesindeki İlâhiyat fakültelerini de katarsak camilerin olması gereken cemaatini hesap ediyoruz bir de camilerdeki cemaatin sayısını ve durumunu!.. Ortada ciddi bir orantısızlık var. Camilerimiz kiliselere mi dönüyor? Yani kiliselerin âkibetine mi mâruz kalıyor?
Avrupa’da Kiliselerin Durumu
BBC News’in (Türkçe) 26 Ağustos 2018 tarihli bir haberi şöyleydi: “Hollanda'da son 50 yıldır kiliseye gidenlerin sayısındaki hızlı düşüş nedeniyle, boş kalan ve satılığa çıkarılan kilise sayısı da artıyor. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde yaklaşık bin kilisenin daha boşalması bekleniyor.” Bir başka haberde ise bir papazın “Üzgünüm, kilisemiz satılık. Çünkü insanlar artık Tanrı'ya inanmıyor” hayıflanışı dile getirilmiş. Avrupa’da uzun zamandan beri kiliselerin birer birer kapandığını, bazen de satılığa çıkarılarak mülkiyetinin el değiştirerek ya restoran-bar, ya ev, işyeri veya kapalı oyun alanına dönüştürüldüğü, eskimiş olan binaların ise yıkıldığı haberlerini arada bir duyarız.
Bu durumun en önemli sebebini yukarıda özeti verilen haberde papaz ifade etmişti zaten. Buna ilâve olarak Avrupa toplumlarındaki genç neslin dine lâkayd oluşu. Ateizm, Materyalizm, Marksizm, Komünizm, Tabiatçılık, Hedonizm, Deizm, Agnostizm gibi din karşıtı anlayışların ve inkârcı felsefi fikirlerin toplumun geniş katmanlarında etkili olmasından dolayı dine karşı duruşu. Bir diğer sebep de iletişim vasıtalarının, internetin ve sanal medyanın hayret verici bir hızla hayatın her alanına yayılarak cazibedar yayınlarıyla kitleleri âdetâ uyuşturması. Bunların sonucu olarak kiliselerin halen mevcut cemaatlerinin yaşlanması sebebiyle müdavimlerinin gün geçtikçe azalmasından dolayı mabetler işlevsiz kalıyor.
Bize Gelelim
Avrupa'da yaşanmakta olan toplumun dinden uzaklaşma halinin bir benzeri hem ülkemizde hem diğer İslâm toplumlarında maalesef üstelik çok belirgin biçimde görülmeye başlandı. Genç nesil çoktan beridir inanç ve akide hususunda ciddi sorunlar ve bocalamalar yaşıyor. Gençlerimiz Cuma namazları dışında camiye pek rağbet etmiyor ve gitgide camilerden uzaklaşıyor. Özenle, binbir emekle ve fedakârlıkla inşa edilen camilerimizin cemaati ise tıpkı Avrupa’daki gibi yaşlanıyor ve yaş ortalaması gün geçtikçe yükseliyor. Vakit namazlarında ancak oluşan bir iki saf içinde 20 yaş altında gençleri göremez olduk. 20-30 yaş aralığında ise belki birkaç kişi!..
İbretlik Bir Manzara
Marmara Bölgesinin sanayi şehirlerinden birinde bin öğrenci kapasiteli, orta ve lisesi bir arada bulunan imam-hatip okuluna, vakıflar haftası münasebetiyle konferans için bir gazeteci arkadaşımla davetliydik. Günlerden cumaydı. Gazeteci arkadaşım konuşmasını bitirdikten sonra cuma namazının vakti de gelmişti. Abdestlerimizi alıp okul mescidine girdik. O sırada okulda bulunan 300 civarında öğrenciden sadece 25-30 kadarı mescitte idi. Pencereden baktım, öğrencilerin bir kısmı geziniyor, bir kısmı futbol oynuyor, bir kısmı da vaktini boşa geçiriyordu. Ben Şafii olduğum için sürekli cemaati gözlüyorum, asgari kırk kişi olalım da Cuma namazının şartı yerine gelsin diye, fakat nafile! Bir imam-hatip okulunda orta ve lise öğrencileri, vakit namazı bir yana, ne yazık ki cuma namazına gereken ilgiyi göstermemişti!..
Elbette durduk yere bu acıklı duruma gelinmedi. İnsanımız Kur’an’da defalarca “mesacidallah” tabiriyle “Allah’ın mescidleri” diye anılan camilerden niye böyle uzaklaşmış? Dinle arasına niye mesafe koymuştur? Bu hazin vaziyet sadece cami ve mescidler yönünden değil, ne yazık ki Kur’an hizmetinin yapıldığı medreseler, Risale-i Nur dershaneleri, hatta bir kısım tarikat ve tasavvuf dergâh ve tekkeleri için de geçerlidir. Gerek kendi gözlemlerime gerekse dost ve arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre sebepleri kabaca şu maddelerle özetlenebilir:
- Yıllardır İlâhiyatçı sıfatıyla ve/ya akademik ünvanlarla ekranlarda boy gösteren anlı şanlı hocaların(!) selef-i salihinden (müçtehit, müfessir ve muhaddis) tevarüs edilen dini ve ilmi mirası red edip onları küçümseyen anlayışı, insanların dini duygularını zayıflatmıştır. Bunun sonucu olarak ilmi kametleri yüksek selef ulema halen gözden düşürülmeye çalışılmaktadır.
- Sünnet ve hadis düşmanlığıyla Peygamber Efendimizi (asm), onun fiil ve sözlerini itibarsızlaştırma çabaları dinin ikinci temel kaynağına soğuk durmayı ve hatta dikkate almamayı netice vermiştir.
- Yukarıda değinildiği üzere, iletişim vasıtalarının avuç içlerine kadar ulaşmasıyla nefse hoş gelen baştan çıkarıcı ve cazibeli filmler ve yayınlar çoğunluğu gençler olmak üzere insanları sefahate sürüklüyor. Saptırıcı, şaşırtıcı ve kafaları karıştırıcı muhtevalı konuşmalar, programlar ve yayınlar ise yine başta gençleri olmak üzere izleyenlerin zihinlerini ifsat ediyor.
- Özellikle 15 Temmuz öncesi, esnası ve sonrasında siyasi muhtevalı konular vaaz ve hutbelerde gereğinden fazla dozajda ve oldukça rahatsız edici seviyede yer buldu. Etrafımızda sırf bu yüzden Cuma namazları dışında camiye gelmeyen mütedeyyin insanlara rastlamaktayız.
- Bazı siyasi partiler, özellikle iktidarda olan veya ona yakın olanlar seçim dönemlerinde bazı siyasi faaliyetlerini cami bölümlerinde, bahçelerinde veya müştemilatında yapmıştır. Bu husus çok itici ve son derece rahatsız edici olmuştur. Cami cemaati arasında her yaştan, her seviyeden, her meşrepten, her görüşten, her statüden ve her tabakadan insanların olabileceği dikkate alınmalı ve camilere hiçbir siyasi yapının veya teşekkülün mücadele alanı olmamalıdır.
- "Hazreti Peygamber Efendimizin makamı olan imamet, dinin vaaz ve irşad yoluyla tebliğ ve talim vazifesi hususunda görevini lâyıkıyla yapan, çağı iyi okuyan, neyi nasıl, hangi üslûp ve muhtevayla ve gönüllere dokunacak bir dille anlatacak hocaefendiler, imam, hatip ve vaizler vardır. Bunlar emsallerine örnektir ve her türlü takdiri hak ediyorlar. Öylelerini Allah eksik etmesin. Ancak çoğu camilerdeki vaaz ve hutbelerde işlenen konuların toplum hayatında ciddi bir karşılığı yoktur. Vaaz-hutbelerde anlatılan mevzularla muhatap kitle arasında çok zaman birkaç asırlık mesafe oluyor. Bazı vaiz-hatipler kürsülerde bazen çok marjinal, akıl, mantık ve bilim dışı tuhaf örnekler vererek dinin yanlış anlaşılmasına sebep oluyor.
- Yine bazı vaiz ve hatipler, ses tonundan vaazların muhtevasına kadar etkili hitabet konusunda yeterli psikolojik ve sosyolojik yetkinliğe/yeterliğe sahip değiller. Camilerde konuşulanlar, imam-hatiplerin kürsülerden veya minberlerden seslendirdiği konular, anlatım biçimleri, üslupları, örneklemeleri gençlerin ve orta yaş kuşağın gönül dünyalarına nüfuz etmiyor, söyleyip anlattıkları kulaklardan kalbe inmiyor. Bu yaş guruplarının ilgi ve merakına uygun muhteva ve ifade biçimi geliştirilmeli.
- Camilerin özellikle halıları çoğunlukla temiz ve hijyenik değil. Birkaç sene önce yaşanan covit-19 salgınından yeterince ders alınmış değil. Cemaat dini ve ahlâki konularda olduğu kadar, cami-ibadethane âdâbı, temizlik, nezahet, nezaket, toplumsal terbiye, medeni ilişkiler ve görgü kuralları konularında da ciddi olarak eğitilmelidir. Hijyen konusunda hassasiyeti olan kimseler özellikle kış dönemlerinde çok haklı olarak hastalık bulaşmasın diye kalabalıktan uzak durup camiye gelmiyor.
- Cami cemaati arasında iman ve İslâm kardeşliğinin gerektirdiği yakınlık, beraberlik ve kaynaşma görülmüyor. Hatta bazen cami görevlileri arasında, bazen cami yönetimi veya cemaat arasında kırılmalara ve suizanlara sebebiyet veren gerginlikler yaşandığına şahit olunuyor.
- Bir yaz boyunca Kur’an eğitimi için camiye gelen çocukların kurs bitiminden bir-iki hafta sonra camiye gelmeyişlerinin üzerinde ciddiyetle durmak gerekir.
Camileri Şenlendirmek İçin
Gençliği olmayan hiçbir inanç, hareket veya akım devam edemez gerçeğinden hareketle;
- Aileler ramazan aylarında teravih namazlarına ailece gittikleri gibi, bir arada olduklarında mümkün olduğunca vakit namazlarına da çoluk-çocukla camiye gitmeli. Hatta komşuları da beraber götürmeli.
- Özellikle ve özellikle imam-hatip okul öğrencilerine ibadetler sevdirilmeli ve camilerde cemaate devam etmeleri teşvik edilmeli.
- Camilerde yaz aylarında ilk ve orta öğretim talebeleri için açılan kurslarda Kur'an öğretilip fıkhi bilgiler eğitimi verildiği gibi gençler ve daha ileri yaştakiler için, mesela 15-20 ve/ya 20-30 arasındaki yaş guruplarına uygun dini eğitim programları düzenlenmeli.
- Camilerimizde özellikle gençlerin zihnini çelici, fikirlerini saptırıcı hususları izale ve tedavi edecek seviyede donanımlı hocalar ve din görevlileri olmalı.
- Camilerin uygun yerlerine çocuklar için oyun grupları kurulmalı. Gençler için dini ve ahlâki eğitim alabilecekleri, eğitici-eğlenceli vakit geçirebilecekleri bölümler açılmalı.
- Cami görevlileri sıcakkanlı olmalı. Mahalle sakinleriyle, çocuklarıyla ve özellikle de her yaş grubundaki genç kuşakla yakın ve dostça ilişkiler kurmalı. Cami çevresindeki esnafa sık sık ziyaret etmeli, hatırlarını sormalı ve onları camiye davet etmeli.
Camilerimiz sadece hayatla ilgisi kesilmiş yaşlıların ve evden ihraç edilmiş emeklilerin vakit öldürdüğü mekân değildir. Ecdadımız mabetleri şehrin tam ortasında inşa eder, medresesiyle, imarethanesiyle, kervansarayıyla, bedesteniyle vs. hayatı caminin etrafında yaşar ve yaşatırdı. O ruhu ve anlayışı ihya edelim.
İlgililer ve yetkililer camilerden uzak kalışın sebeplerini ve çarelerini iyiden iyiye, inceden inceye düşünsünler. Camileri şenlendirmenin de bir yolunu bulsunlar. Bize, mü’min ve müslüman olarak her birimize bakan yönüyle, camilerimiz Allah’a kulluğumuzu toplu halde ve cemaatle eda edip sevabını kat kat aldığımız yerlerdir. Kıblegâhımız olan ve Allah’ın evim dediği Kâ’be’nin mahallemizdeki veya en yakınımızdaki birer şubesi ve birer numunesidir.
Sakın ha sakın, Camileri terk etmeyelim; garip, yetim ve kimsesiz bırakmayalım. Camilerimiz cemaatsiz kaldığı için satılığa çıkarılan kiliselerin akibetine dönmesin. Dönüşümüz Allah’adır; Allah’ın evini terk eden Allah’a dönünce sonra ona ne diyecek?!..